TALEBEYİ NASIL DÜŞÜNDÜRMELİ İHSAN, M. T. T. H. A. (1929)
Düşünce EğitimiMektebin en mühim vazifelerinden biri yetiştirdiği talebeyi düşündürmeğe alıştırmasıdır. Hayatımızın hemen her safhasında basit veya karışık, amelî veya nazarî birçok meseleler üzerinde düşünmek ve onları halletmek zaruretindeyiz.
Hepimiz hemen hergün aşağıda birkaçı sayılan meseleler gibi meselelere münasip hal yolları bulmak için düşünmeğe mecbur oluruz:
Muayyen vakitte bir yere yetişmek için tramvaya binerken cereyan kesildi. Ne yapayım ?
İmtihan fasılasında şu derse mi, bu derse mi çalışayım?
Şu roman, acaba ne suretle neticelenecek ?
Şu futbol maçında hangi taraf yenecek ?
Bana şöyle bir iş teklif ediyorlar. Kabul edeyim mi?
Başım ağrıyor. Ne yapayım ?
Bu bulutlar acaba yağmur getirecek mi ?
Büyük Millet Meclisi şu mesele hakkında acaba nasıl bir karar verecek ?
Bu kanun, neşrinden sonra piyasa üzerinde nasıl bir tesir yapacak?
Filan muharrir hakkında gazetede şöyle bir makale çıktı. Acaba cevap verecek mi ?
Bu şehirde kumaş fabrikası açmak muvafık mı?
Çocuğum benden şu mesele hakkında kitap istiyor. Hangi kitabı tavsiye edeyim ?
Merih’te hakikaten adam var mı ?
TALEBE FAALİYETİNE MÜSTENİT TEDRİSAT
(Öğrenci Merkezli Eğitim)
İsmail Hakkı, Maarif Vekaleti Mektep Müzesi Müdürü, 1930.
Öğrenmek demek insanın bulunduğu muhit ile kendi arasında birtakım rabıtaların tesisi demektir. En kuvvetli manada öğrenmek de insanın, öğreneceği şeyi — bu gaye için icap eden uzuvları kullanarak — kendi malı yapmasıdır. Öğrenmeği iki esaslı kısma ayırmak lâzımdır:
1) Bizzat öğrenmek.
2) Başkaları tarafından öğretilmek.
Bizzat öğrenmek insanların bütün çocukluk devirlerine hâkim olan bir keyfiyettir. Çocuk bu esnada kendiliğinden — muayyen uzuvlarını bir ders aleti gibi kullanarak veya bu uzuvları ikmal edici vasıtaları; kıskaç, kerpeten, çekiç, çakı, ayna, su gibi — bularak her şeyi öğrenmek imkânını bulur.
Çocuk mektebe başlar başlamaz, bizzat öğrenmek yerine — bugünkü pedagojinin en büyük hatası olarak — her şeyi başkalarının öğretmesi kaim olur. Hem o suretle kaim olur ki, öğretenler (muallimler) meslekî tahsil yapmış olmalarına rağmen metoduna tamamı ile zıt bir şekilde, ona mektep malûmatını öğretmeğe teşebbüs ederler. Talebenin bizzat faaliyeti yerine muallimin faaliyeti kaim olur. Binaenaleyh bu esnada ve bu hatalı usule göre kullanılan ders aletleri çocuğa göre değil, muallime göre kullanılır. Aletler birer öğretme vasıtası şeklinden çıkarlar, iyi kullanılabildikleri takdirde bile, ancak muallimin kudretini çoğaltmağa hadim birer vasıta olurlar. Talebe de onları ve onlarla muallimin yaptığı tecrübeleri bir piyes seyreder gibi seyreder. Talebe şahsiyetinin ve harsın inkişafını gaye ittihaz etmesi zarurî bir öğretme şekli muallimin kullandığı ders vasıtalarından ziyade talebe faaliyet ile mümkündür. Talebe faaliyeti de ortada, hazır kurulmuş veya ikmal edilmiş, bir mutavassıt olmaksızın doğrudan doğruya talebenin tetkik ve tecrübe sile mümkündür.
Onun için her şeyden evvel, talebenin bir ders mevzuunu tetkik ve tecrübe etmesine müsait aletleri öğretme vasıtası olarak kabul etmeliyiz. Kum kasası, mektep bahçesi, talebe mikroskopu, kümes, akvarium, terarium, fotoğraf makinası, radyo, pil gibi.
ÇOCUK KABİLİYETLERİNİN TEŞHİSİ - İbrahim Alaeddin- 1924
Transkript: Erol KÖMÜR
Terakki ve medeniyetin insan hayatını gittikçe daha mürekkeb ve muaddıl bir şekle tahvil etmekte olduğu meydandadır. Bunun neticesi olarak taksim-i mesai ihtiyacı gittikçe inceleşiyor, meslek ve ihtisas şubeleri seneden seneye şayan-ı hayret bir surette artıyor.
Terbiyenin en tabii rehberi bittabi içinde bulunduğumuz hayatın hakikatleri ve ihtiyaçları olmak lazım gelir. İşte bu hakikat ve ihtiyacın elcay-ı müşahedesiyledir ki bugünkü terbiye mesaisinin en hakim-i iştigali çocuk kabiliyetlerinin tayin ve teşhisi mesailine aid bulunuyor. Fertler ve aileler gibi hükümetler ve milletler de çocukların bir an evvel fıtraten en müstaid, ihtiyac-ı ruhi noktasından en meyyal ve teşkilat-ı maneviye cihetiyle en uygun buldukları sanatları ve meslekleri bilmek ihtiyacındadırlar. İşlerinde muvaffakiyetli bulduğumuz adamları bu iş için yaratılmıştır diye tavsif ederiz filhakika bir insanın yaradılış itibariyle en müstaid bulunduğu mesleğe sevk edilmiş olması hem o fert ile mesleğin, hem de içinde yaşadığı hükümet ve milletin karınadır. Hatta böyle adamların bazen mühim bir muvaffakiyete mazhar olmaları mensup oldukları milletin hepsine hem şeref, hem refah temin edebilyor.
Bu hakikat ve bu ihtiyaç bir defa meydana çıkınca ruhiyat ve terbiye ile uğraşanların fazla mücerret nazariyelerinden silkinerek, parlak felsefe vecizelerinden kendilerini kurtararak bu meseleyi ta’mik etmeleri tabiidir. Ve nitekim öyle oldu. Umumi harp esnasında Amerika ve Avrupanın az çok tevkife uğrayan veya umumi bir mahiyet alamayan ruhiyat ve terbiye sahasındaki faaliyetleri harbi müteakip ve bilhassa son üç dört sene zarfında en mühim inkişafını daha ziyade bu mevzu etrafında göstermiştir.
Şimdi mekteplerde, laboratuarlarda ve mecmualarda daima bu bahis hükümrandır. İkide, birde falan veya falan nevi ruhi temayülün, şu veya bu yoldaki istidadın, muhtelif sanat ve meslek kabiliyetinin tayini için bulunmuş veya tecrübe edilmiş yeni yeni maayarlardan, (mihenk=test)lerden ve usullerden hararetle bahsedildiği görülüyor.
(orijinal metnin satır sırasına göre transkripsiyon)
Ruhşahım Hamidin sana kurban ola
Cenabı Hallakı Alem cemi mahlukatın halikıdır
bir kusur ile azap eylemez
Efendim sana bend
olmuş bir kulunum ister beni darp eyle ister
öldür Sana teslimim Bu gece gel niyazımdır
Billahi sebebi illetim ve belki mevtim olursun
Ayağın altına yüzüm gözüm
sürerek reca ederim Kendimi zaptedemiyorum
billâhilâzim...
*********************
(Noktalama işaretleri eklenmiş metin)
Ruhşah’ım Hamid’in sana kurban ola
Cenabı Hallakı Alem cemi mahlukatın halikıdır bir kusur ile azap eylemez. Efendim sana bend olmuş bir kulunum ister beni darp eyle ister öldür. Sana teslimim Bu gece gel niyazımdır. Billahi sebebi illetim ve belki mevtim olursun. Ayağın altına yüzüm gözüm sürerek reca ederim. Kendimi zaptedemiyorum billâhilâzim...
MEKTEPLERDE PROJEKSİYON
Edebiyat Mecmuası 1 Şubat 1919 Cild: 5
https://ocw.metu.edu.tr/pluginfile.php/3298/course/section/1171/MEKTEPLERDE%20PROJEKS%C4%B0YON.pdf
MEKTEPLERDE PROJEKSİYON
MEKTEPLERDE PROJEKSİYON Alât ve vesait-i tedrisiyenin mükemmeliyeti talebenin semii üzerinde ne kadar müessirdir. Muallimlere kıymetli muavenetleri dokunan bu gibi tertibat sayesinde, en büyük hüsn-ü niyetlere rağmen yeknesak olmakdan kurtulamayan can sıkıcı takrirler cazip ve münasip fasılalarla kesilir. Zat-ı melekesi alabildiğine inkişafa başlar. Mekteplere karşı her çocuğun kalbinde gizli duran nefretler muhabbete merbutiyete inkılab eder. Fenni tatbikat yapılamayan, ilmî terbiye esaslarına ehemmiyet verilmeyen zamanlarda, zavallı yavrular ne kadar bedbaht idiler. Eski nazari tedrisat, kuru gürültülerle geçen saatler, onların ruhları hatta ahlakları üzerinde derin tahribat izleri bırakır bu gayrı tabiiliklerin neticesinde gelen dimağı ..... adına cümle-i asabiyelerini bozar berbad ederdi. Bir çocuk ne kadar çalışmak emeliyle mektebe gelmiş olursa olsun. Anlaşılmaz dersler, tabii ifadelerden pek uzak usluplarla yazılmış sahifeler gözünün önünde kesafet peyda etdikçe müşkülatı iftiham etmek ümidleri, müstefid olmak emelleri, birer birer sukût eder. Zavallı yavru iradesi, arzusu hilafına rehavet, meskenet girdabına tutulurdu. Bir kere bu yılgınlık, gayr-ı şuurî tenbellik durumu başladımı artık ne çocukdan hayr, ne de huy ve etvarında intizam kalırdı. Bu ruhî hastalığa mesab olanları mekteb cezaları, aile tehdidleri kurtarmak şöyle dursun; isyan, huysuzluk, titizlik, şaşkınlık gibi içtimai esas ile de ihtilatat yapmasına sebebiyet verdi. Eski terbiyenin bu berzahına yuvarlanmış bir zavallı bütün insanlıkdan çıkar sabah akşam evden mektebe, mektebden eve bitab kollarındaki kitaplarla birlikde yuvarlanır bir makine derekesine düşerdi:
Erol Kömür Kitaplığı
Tüm Kitaplarımıza aşağıdaki linklerden erişim sağlayabilirsiniz...
“Gazi Paşa Hazretlerinin Maarif Umdesi” ve ASRİ TERBİYE VE MAARİF
***
Türk Basınında Atatürk’ün Vefat Haberleri: 10 Kasım 1938
***
EĞİTİM PSİKOLOJİSİ LABORATUVARI - Tecrübi Ruhiyat Laboratuvarı
***
Türkiye'nin İlk Zeka Testi Zekanın Mikyası Usulleri
***
UKRAYNA RUSYA TÜRKİYE: (Makaleler Mecmuası) Ukrayna Halaskar Cemiyet-i İttihadiyesi neşriyatından
***
***
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ALBÜMÜ 23 Nisan 1920
***
ENDERUN SCHOOL INSTRUCTIONS: Instructions Special For Enderun-u Humayun Mekteb-i Aliye
***
Enderun Mektebi Talimatı: Enderun-u Humayun Mekteb-i Alisine Mahsus Talimattır
***
OSMANLI DEVLETİ ENDERUN MEKTEBİNDE EĞİTİM SİSTEMİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ: enderun mektebi
***
Kuvay-ı Milliyecilere Göre Osmanlı Devleti 30 Aralık 1249 Günü Kuruldu
Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi Osmanlı Tarihi araştırmacıları tarafından tartışılagelen bir konu olmuştur. Bu tartışmaların çıkış noktaları devletin kuruluş tarihinin hangi olaya dayandırılacağı meselesi ile ilgilidir. Müslüman Türk devletlerinde kuruluşa veya istiklale (bağımsızlık) dair bir takım alamet ya da olaylar tarihçiler tarafından esas alınmaktadır. Genellikle hükümdarın kendi adına hutbe okutması, para bastırması, vergi toplaması, tımar dağıtmı, ordu, maliye, adliye, eğitim vb. kurumların teşekkülü veya vassalı bulunduğu devlete karşı üstünlük göstermesi, bağlı bulunduğu devletin yıkılması-dağılması vb. durum ve olaylar kuruluş-bağımsızlık alameti olarak değerlendirilmektedir.
Bunun yanında Osmanlı Devleti için kesin bir kuruluş tarihi vermekten imtina eden, kuruluş ya da bağımsızlık ifadesi kullanmak yerine; Osmanlı Devletinin veya beyliğinin doğuşu tabirini kullanarak bu meseleyi bir tarihe indirgemek yerine bir sürece bağlamayı uygun gören araştırmacılar da bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi hususunda okullarımızda okutulan ders kitapları Osmanlı Devleti döneminde okutulan ders kitaplarında olduğu gibi 1299-1300 tarihlerini kuruluş tarihi olarak esas almaktadırlar.[1] Sözkonusu tarih de Selçuklu Sultanı III. Alaeddin’in Osman Gazi’ye Karacahisar’ın fethi üzerine gönderdiği hediyelerin bağımsızlık alameti olarak kabul edilmesindendir. Osman Gazi’nin bu olay ile birlikte adına hutbe okutması, Dursun Fakıh’ı kadı olarak tayin etmesi, vergi toplaması gibi bağımsızlık alametlerini yerine getirmesi bu tarihin Osmanlı beyliğinin kuruluş tarihi olarak kabul görmesinde etkili olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluş veya bağımsızlık tarihi olarak en yaygın kabul gören tarih de bu tarihtir.