İslâm Türk adaletinden altın bir yaprak
Fatih Sultan Mehmed'in kollarının kesilmesine karar veren hakim
Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER
Sebilürreşad Mecmuasının No: 105 nüshasında Hâkim H. Basri Erk imzalı "İslâm Türk Adaletinden Altın Bir Yaprak, Fatih Sultan Mehmed'in Kollarının Kesilmesine karar Veren Hâkim, makalesini dikkatle okudum. Makalede gördüğüm bazı zuhullere işaret etmek isterim.
İstanbulun ilk kadısı olmakla meşhur ve Fatih Sultan Mehmed'in pek itibar ettiği Hızır Bey Çelebi tahsilini ikmâl edince derhal kadı olmaz, Sivrihisar medresesine müderris tâyin edilir; Oradan hemen Bursaya müderris tâyin edilmez. Edirnede bir âlim ile ilmî mubahesede kazandıktan sonra Bursa’ da Yıldırım medresesine müderris tâyin olunur. 848 (1444) de İnegöle kadı tâyin edilmistir. 855 (1451) de Edirne’de Çifte medreselerden birine yeniden müderris olarak getirilir.
Hızır Bey Çelebi Sipahi askeri değildir. Babasından müntekil beylik fermanı olduğu için sipahi kıyafetini muhafaza etmiştir. Harbe iştirak etmemiştir. İstanbul muhasarasın da kendisi bir asker olarak değil, mutadı veçhile bir âlim sıfatiyle iştirak etmiştir ve harb meclislerinde bulunarak diğer âlimlerin fikri alındığı kadar kendisinin vukufundan istifade edilmiştir. Bu cihetle - Nemel Ceyş - dendir.
Hızır bey 53 yaşında olduğu halde 7 sene ilk kadılığını yaptıktan sonra İstanbul’da 863 (1450) da ölmüştür. Ali Kuşcu İstanbula ikinci defa 877 (1472) de gelmiştir. O zaman Hızır Bey öleli 13 sene olmuştu. Ali Kuşcu Maveraün Nehir’den İstanbula elçi olarak gelmemiş, Uzun Hasan tarafından muvakkaten gönderilmişti. İstanbula geldiği zaman da Uluğ bey ve Bursalı Kadızâde çoktan ölmüşlerdi. Sonra ona Hocâzâde ile iyi geçin diyen bu ölmüş zevat değil, bizzat Hocâzâde ile mubahasede kaybeden Ali Tûsî'dir.
Hızır Bey Çelebi, Hocâzâde diye meşhur değildir. Esasen Ali Kuşcu İstanbula geldiğinden - seneler öncesi vefat etmesi hasebiyle Hızır beyle görüşmemiştir- Bu Hocâzâde Bursalı Mustafa bin Yusuf isminde yine Hızır Bey Çelebinin yetiştirdiği dânişmentlerindendi İstanbulda Ali Kuşcu akrabalık tesis ettikleri bu Hocâzâde ile görüşmüştür. Hızır Bey olmayan hocazâdenin ilmine daim hörmet etmiş, lâkin onu kendisine mürşid yapmamıştır.
Hızır Bey Çelebi «matah» adlı bir eseri Fatihin arzusu üzerine Arapçadan- Farsçaya tercüme etmemiştir. Manzum olan eserleri Kasidei Nuniyeden başka yoktur, bir çok hakîmâne ve Arapça şiirleri vardır.
Hızır beyin mezarı vefa civarında Şeb-Safa Hatun camiinden Unkapanına inen çukur bir sokak kenarında değil, orada mamur olan, lâkin Atatürk Bulvarı Önönden yüksekten geçmekle çukurda kalan Voynuk Şücaüddin mescidinin minaresi dibinde medfundur Kabirtaşı hâlen yıkılmış ve kaybolmağa mahkûm bir durumda değil, 500 senedir bu mütevazi mezar güzelliğini ve mamuriyetini muhafaza etmektedir.
Kadıköyü taraflarında Hızır Beyin – geniş arazisi olduğu malûm değildir. Hacı Kadın (Sultan Hatun) Hızır Beyin kızıdır. Yaptırdığı Camii ve hamama onun adını vermiştir. Maruf üç kıymetli oğlundan başka Fahrünnisa hatun isminde bir kızı daha vardı- Hızır beyin kadılığı esnasında eshabı masalihe muamelesi başka türlü olamazdı.
Fatihin ellerinin kesilmesine karar veren Hakim Hızır'Bey olmadığı gibi hâdise Ayasofya civarında yapılan köşkte mermer sütunların kesilmesine aid değildir. Böyle bir şey yoktur. Bu Fatih camii avlusunda iki büyük granit sütunun kesilmesine ait bir söylentidir ki Müntehabati Evliya Çelebi de bunun hikâyesi vardır. Ve halk diline de bunu yapan mimarın kolunu kestiği rivayeti ile geçmiştir. Tarihler böyle şey yazmaz. Şarkta uydurma efsâne yoktur. Mutlaka bir aslı vardır. Fakat bunun aslını bilmiyoruz. Hele bu makalede yazıldığı gibi de cereyan etmemiştir. Tarihe geçirmemek ve böyle bir hükme vardırmamak şartiyle müntehabattan okunabilir.
Fatihin zamanında meşhur iki mimardan Ayasdirki Saraçhanebaşında ilk banîsi olduğu camiin bahçesinde yatar, diğeri Sinan Atikdir ki Fatihde Hafız Paşadan Zincirlikuyuya giden eski yolun solunda Kumrulu Mescidin bahçesinde yatar. Fakat Sinan Atik hakkında böyle bir şey düşünebilirmiyiz bilmiyoruz, amma elinin kesilmesi, bir de o işin kendisine bitirtilmiyerek sembolik olarak elinin kesilmesi mânâsına da gelebilir. Nitekim bugün bile filânın işten elini kestiler, ya da işten çektiler, de dendiği vakidir. Fakat Fatih belki mimarın haklı şikâyetiyle hazineden değil, kendi varidatından bir tazminat vermeğe de mahkum edilmiş olabilir.
Fatih’i hâkimin huzuruna çıkartıp onu önce oturtup, sonra şiddetle ayağa kaldırmak ve tekrar suçlu sandalyasına oturtmak bir hatadır. Böyle bir isnadı biz 'nasıl yapabiliriz; Fatih Garplı tarihçiler tarafından bir çok iftiralara uğratılmıştır. Fakat bizim bunu yapmamamız lâzımdır. Zira Fatih de âlim ve fazıl kendisini ve mevkiini bilen bir hükümdardı. Binaenaleyh Fatih böyle bir münasebetsizlik yapmamıştır ki hâkim ona bu fecî ihtarda bulunsun ve bunu da Hızır Bey yapmış olsun.
Fatih camiine 867 (1462) de başlanmıştır. Hızır bey öleli 3 sene olmuştur. Camii 875 (1470) de bitmiştir. Hızır Bey de 11 senelik ölü idi. Bu efsane camiin mimarına aid olarak söylenir. Vakfiyesinde “Evlâdı merhum sinan el Benna” diye geçtiğine göre eceliyle ölmüş mânâsına gelir.
Mimarın eli kesilmesi noktası tarihlerde yoktur. Fatih, Hızır Bey tarafından ellerinin kesilmesine hüküm giymiş ve bir tazminata çevrilmekle sevinmiş olduğu da teşhir olunamaz. Hele bu uydurma muhakeme ile rahmetli Hızır beyin hiç münâsebeti yoktur. Mahkeme safahatına Fatihi terletir vaziyette göstermek te bilmem ki doğru mu? Zira bunların hiç birisi vakıa değildir. Yalnız bir halk söylentisinden ibarettir. Bir aslı vardır, lâkin tarihler onu kaydetmiyor, fakat halk bunu kendi anlayışına göre efsanelendirmek istemiştir.