TALEBE FAALİYETİNE MÜSTENİT TEDRİSAT
(Öğrenci Merkezli Eğitim)
İsmail Hakkı, Maarif Vekaleti Mektep Müzesi Müdürü, 1930.
Öğrenmek demek insanın bulunduğu muhit ile kendi arasında birtakım rabıtaların tesisi demektir. En kuvvetli manada öğrenmek de insanın, öğreneceği şeyi — bu gaye için icap eden uzuvları kullanarak — kendi malı yapmasıdır. Öğrenmeği iki esaslı kısma ayırmak lâzımdır:
1) Bizzat öğrenmek.
2) Başkaları tarafından öğretilmek.
Bizzat öğrenmek insanların bütün çocukluk devirlerine hâkim olan bir keyfiyettir. Çocuk bu esnada kendiliğinden — muayyen uzuvlarını bir ders aleti gibi kullanarak veya bu uzuvları ikmal edici vasıtaları; kıskaç, kerpeten, çekiç, çakı, ayna, su gibi — bularak her şeyi öğrenmek imkânını bulur.
Çocuk mektebe başlar başlamaz, bizzat öğrenmek yerine — bugünkü pedagojinin en büyük hatası olarak — her şeyi başkalarının öğretmesi kaim olur. Hem o suretle kaim olur ki, öğretenler (muallimler) meslekî tahsil yapmış olmalarına rağmen metoduna tamamı ile zıt bir şekilde, ona mektep malûmatını öğretmeğe teşebbüs ederler. Talebenin bizzat faaliyeti yerine muallimin faaliyeti kaim olur. Binaenaleyh bu esnada ve bu hatalı usule göre kullanılan ders aletleri çocuğa göre değil, muallime göre kullanılır. Aletler birer öğretme vasıtası şeklinden çıkarlar, iyi kullanılabildikleri takdirde bile, ancak muallimin kudretini çoğaltmağa hadim birer vasıta olurlar. Talebe de onları ve onlarla muallimin yaptığı tecrübeleri bir piyes seyreder gibi seyreder. Talebe şahsiyetinin ve harsın inkişafını gaye ittihaz etmesi zarurî bir öğretme şekli muallimin kullandığı ders vasıtalarından ziyade talebe faaliyet ile mümkündür. Talebe faaliyeti de ortada, hazır kurulmuş veya ikmal edilmiş, bir mutavassıt olmaksızın doğrudan doğruya talebenin tetkik ve tecrübe sile mümkündür.
Onun için her şeyden evvel, talebenin bir ders mevzuunu tetkik ve tecrübe etmesine müsait aletleri öğretme vasıtası olarak kabul etmeliyiz. Kum kasası, mektep bahçesi, talebe mikroskopu, kümes, akvarium, terarium, fotoğraf makinası, radyo, pil gibi.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ALBÜMÜ 23 Nisan 1920
23 Nisan 1920 yeni bir başlangıç; Müdafaa-i Hukuk ile uyanan milli bilinç Kuvay-ı Milliye ile ete kemiğe büründü. Havza’dan ve Amasya’dan yapılan çağrıya yurdun dört bir yanından gelen destek Erzurum ve Sivas’ta yeni umutlara büründü.
Yenilenen mebusan seçimleri ile birlikte 27 Aralık’ta Ankara’yı üs edinen Heyet-i Temsiliye’nin seçimlere ve yeni toplanacak mesclise etki etme çabası…
Meclis-i Mebusan’ın 12 Ocak 1920’de yeniden toplanması ile başlayan süreçte ümitleri yeniden yeşertti. 28 Ocak 1920’te kabul ettiği Misak-ı Milli ile kurtuluşa dair ümitler büsbütün arttı. Fakat 16 Mart 1920’de İngiltere’nin başını çektiği işgalcilerin İstanbul’u resmen işgal etmeleri, meclisi dağıtmaları devletin başkentinde milleti temsil etme imkanını ortadan kaldırmıştır.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile önü açılan ve fasılalarla memleketin dört bir tarafında devam eden işgal sürecinin 16 Mart 1920’de Türk Milleti adına hiçbir kamu kurum ve kuruluşunun faaliyetine izin verilmeyeceği ayyuka çıkmış oldu.
Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyelerinin 22 Haziran 1919’da Amasya’da haykırmış oldukları (Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletleri'nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürüyor) durum ve yaptıkları tespitlerin ne denli haklı olduğunu açıkça ortaya koymuş oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti Neşriyatından
Zeka Tedkikleri, 1924,
ÇOCUĞUN ZEKASINI TAKDİR HUSUSUNDA NAZAR-I İTİBARA ALINACAK CİHETLER
Mekteplerde Projeksiyon - Abdülfeyyaz Tevfik
(Transkript: Erol KÖMÜR, 2003)
MEKTEPLERDE PROJEKSİYON Alât ve vesait-i tedrisiyenin mükemmeliyeti talebenin semii üzerinde ne kadar müessirdir. Muallimlere kıymetli muavenetleri dokunan bu gibi tertibat sayesinde, en büyük hüsn-ü niyetlere rağmen yeknesak olmakdan kurtulamayan can sıkıcı takrirler cazip ve münasip fasılalarla kesilir. Zat-ı melekesi alabildiğine inkişafa başlar. Mekteplere karşı her çocuğun kalbinde gizli duran nefretler muhabbete merbutiyete inkılab eder. Fenni tatbikat yapılamayan, ilmî terbiye esaslarına ehemmiyet verilmeyen zamanlarda, zavallı yavrular ne kadar bedbaht idiler. Eski nazari tedrisat, kuru gürültülerle geçen saatler, onların ruhları hatta ahlakları üzerinde derin tahribat izleri bırakır bu gayrı tabiiliklerin neticesinde gelen dimağı ..... adına cümle-i asabiyelerini bozar berbad ederdi.
KOLERAYA KARŞI Dr. Galip Ata (Ataç)
İstanbul-14 Ekim 1910
Transkript: Erol KÖMÜR
İstanbul - 2010
Koleraya karşı tedabir evvela “MİLLİ” olur. Memleket hastalığın mütevellit olduğu diğer memleketlere karşı karantinalar tertip eder, hastalığın sirayetine mani olamağa çalışır. Maatteessüf şimdiye kadar herkesin anladığı netayic ile sabittir ki bütün bu tedabir koleranın nihayet sirayet etmenise mani olamaz. Karantinalar ancak hastalığın vürudunu tehir edebelir.
Koleradan ve bütün emraz-ı müstevliden tevekki için en iyi, en fenni tarih şüphesiz tedabir-i belediyedir, yani şehirlerin hıfsızsıhha kavaidine muvafık olarak muhafaza edilmesindedir. Hıfsızsıhha kavaidine muvafık olarak muhafaza edilmesindedir. Hıfsızsıhhaya riayet eden temiz olan bir belde bimuhaba kapılarını her hastalığa karşı açık bırakabilir, çünkü hastalık vuku-u haber alınabilen hanelerin önüne bir kordon koymakla, ahaliye birkaç nasihat vermekle hastalığın önünü almak mümkündür. Vakıa bu tedabirde heyet-i mecmuası itibariyle haiz-i kıymet olabilir, belki hastaların adedini tenkıs eder. Fakat koleraya karşı kati bir tedbir değildir.
Koleraya ve onunla beraber kaffe-i emraz-ı müstevliyeye karşı bir şehrin muhfazası her şeyden evvel sularının temizliğiyle, lağımlarının intizamıyla olur. Bunları birkaç gün, hatta birkaç ay içerisinde temin etmek mümkün olmayacağı gibi bunlar temin edilmemiş olan bir beldede tedabir-i sairenin hepsi ehemmiyetsiz kalır.
Bir şehir hastalığa karşı evvelden müdafaa edilmemiş bulunursa yegane çare olarak herkesin, her ailenin kendi başına kolera ile mücadelesi, her şahsın kendisini koruması kalır. Şurası şayan-ı teşekkürdür ki bu tedabir-i şahsiyede ekseriya pek büyük faideler verir.
ÇOCUĞUN ZEKASINI TAKDİR HUSUSUNDA NAZAR-I İTİBARA ALINACAK CİHETLER
Ahziyet Kabiliyetinin derecesi: Hassaların şiddeti. Haricden gelen intibaları alması (idraklerin husulü). İlm-i harici, hassalar üzerine te’ettür yapmaktan bir an hali kalmaz. Bazı kimselerin müşahede kabiliyeti fazla olur. Tui veya iradi olarak haricden çok malumat toplarlar. Bunların ilm-i efkarı zengin, tasvirleri tam ve vazıhtır. Bazılarında ise bu kabiliyet dûndur. Bakarlar, görmezler; dinlerler, işitemezler, anlamazlar. Bunların efkarı ve tasviratı kemiyet itibariyle az, keyfiyet itibariyle müphem, müşevveş noksandır.
Hıfz Kabiliyeti: Hafıza demek, zeka demek değildir. Fakat, zengin bir muhayyile ve iyi bir muhakeme için, hafızanın saklandığı mevadd-ı ibtidaiyeye lüzum vardır.
Grippe, Influenza-— Amili süzgeçden geçen, ultravisible bir virüsdür, bulaşıcı bir hastalıktır.
Rus Hinterland’ında beledîdir, zeman zeman âmilin virulence’ı yükselir ve yayılma kabiliyeti çoğalır, bütün memleketlerde, cihanda salgınlar yapar. Salgınlarda cevfî te’sirlerin bariz bir ehemmiyeti vardır- Şiddetli sicakları takibeden şiddetli soğuklarda salgınlar büyür (güneşin 11 senede bir lekelenme zemanları).
Tefrih devresi 24-48 saat ve bazan daha azdır- Hastalık kendini, birden, oyulur gibi baş ağrısı, nezle, gayet bariz takatsizlik (paçavra hastalığı) ile gösterir- Nüks ve ihtilât yapmağa meyli fazladır’
İntanın tekâmülü virüsün şiddetine tabidir. Hastalık hafif şekilde bile seyretse nekahat devresi uzun sürer.
Saf gripte inzar selimdir, muhtelit gripte mes’ele değişir.
***
Microb harbi taşınılabilen bütün bakteryoloji vasıtalariyle yapılır, te’sirini çabuk yapan microblar kullanılır.
Microb silâhının muharebe vasıtası olarak kullanılması daha tecrübe edilmemişdir, bugünki bilgimize göre bu silâhdan büyük ve kat’i te’sir bekleyemeyiz, yalnız zuhur edecek salgınların vereceği heyecan ve emniyetsizlik ordu ve halk
maneviyatını kırar, her şey yapabilecek bir orduyu sarsar, kuvvetden düşürür-
Günden güne bilgilerimizin artdığım düşünürsek, ileri harblerde böyle bir microb silâhile de karşılaşabileceğimizi kabul etmek icabeder. Çünki bu silâhın bir çok faideleri vardır:
a — Kokusuzdur, tatsızdır, gözle görülmez, düşman tarafından keşfedilemez. Baskın yapılabilir-
b — Çoğalma kabiliyeti fazladır, az zemanda çok mık-darda elde edilebilir, az mıkdarda iken bile te’sir kudreti vardır.
c — Hazırlanması uzun hazırlıklara, fabrikalara lüzûm göstermez, küçük bir lâboratuvar, bir iki mütehassıs kâfidir.
d —Kapladıkları yer azdır, ağırlıkları yok gibidir. Muharebe ağırlıklarım, ikmal kollarını arttırmadan ileri birliklere kadar gönderilebilir.
e —Yapılma masrafı azdır ve gizli yapılabilir.
Bu faidelerine karşılık mahzurları da olmasaydı, microb silâhı korkunç bir şey olacaktı. Bu silâhın kusurları :
a—Diğer muharebe silâhlarında olduğu gibi derhal netice alınamaz, tefrih devrelerinin geçmesini beklemek lâzımdır.
b—Düşmanda salğın hastalık yapalım derken, kendimizi koruyamazsak netice acı olur, hele bulaşma geri gelecek olursa korkunç bir şekil alır, (büyük mahzur).
c—Hareket harblerinde bulaşık hastalık bulunan tarafın bıraktığı sahayı işgal eden diğer tarafın hastalığa yakalanmamaları hemen imkân haricindedir. Korunma aşıları bu tehlikeyi uzaklaştıramaz-
d—Hastalığa bulaşmak korkusuyle düşman esirleri yanına yaklaşılamaz, sorguya çekilemez.
Kazanılan hayvanlardan istifade edilemez, öldürmek mecburiyeti vardır. Düşmanın faidelendiği evlerden aburlardan otlaklardan sakınmak lâzımdır.