UKRAYNA RUSYA TÜRKİYE Makaleler Mecmuası
YAZARIN ÖNSÖZÜ:
Ukrayna adı ile liseli yıllarda “Glastnost ve Perestroyka” sloganı ile birlikte karşılaşmıştım. Sovyetler’in son dönemiydi; gücünü hayranlıkla izleyenler, yakında çökeceğini iddia edenler… Tek kanallı ve ağırlıklı siyah-beyaz-gri haber alma döneminde SSCB hakkında en çok rastlanılan haberler olimpiyatlarda süpürülen altın madalyalar ile SSCB’nin uluslararası futbol müsabakalarındaki başarılarından ibaretti.
Bu bilgi kıtlığı sadece Ukrayna için değil SSCB hudutlarında kalan bugün bir kısmı bağımsız ya da otonom diğer devlet ve topluluklar için de geçerliydi. Türkiye ile soy bağı, gönül bağı olan kültür kökleri bir Türk devletleri için de aynı dorum söz konusuydu. Güncel ve detay bilgi gazeteler ve televizyonlar aracılığı ile gelirdi.
Ukrayna’nın tarihi ve kültürü üzerine ilk karşılaştığım ve tarih lisans öğrencilerinin çoğunun elinden geçen kaynak merhum Akdes Nimet Kurat hocanın Rusya Tarihi adlı eseridir. O yıllarda metodolojiye de ilgi duyan bir öğrenci olarak bu kaynakta tuhaf bir durum ilgimi çekmişti. Kitabın içeriğinin neredeyse tamamında “Ukrayna” ve “Ukraynalılar” a dair bilgiler vardı. Fakat, indeksinde “Ukrayna” kelimesi için 14, “Ukraynalılar” kelimesi için toplamda 9 sayfa referansı verilmişti. Üşenmeden tüm “Ukrayna” sözcüklerini saydım toplam 73 adet çıktı. Bu durum “Ukrayna” konusuna daha çok yoğunlaşmama neden oldu. Eserde Ukrayna hakkında; M. H r u ş e v s k i ‘nin dokuz ciltlik Ukrayna Halkının Tarihi ve D. D o r o ş e n k o’nun iki ciltlik , Ukrayna Tarihi’nin Umumi Hatları adlı eserlerden yararlanılmıştı. Ukraynaca yazılmış bu iki eserin uzun süre çevirilerini araştırdım. Biri 1912 diğeri 1932 baskı bu eserlere maalesef ulaşamadım. Fakat, bu araştırmalar Doroşenko ve Hruşevski’nin hazırladıkları farklı ve ilginç bir yayında buluşma fırsatı sundu. Bu çalışma Ukrayna Türkiye Rusya (Makaleler Mecmuası) adıyla 1914’te hazırlanıp 1915’te yayınlanmıştır. Ukrayna hakkında lisans yıllarında okuduğum ilk derli toplu çalışmadır.
Ukrayna Türkiye Rusya (Makaleler Mecmuası) adlı kitabın kapağında ve içeriğinde açıkça Ukrayna Halaskar Cemiyet-i İttihadiyesi (Ukrayna Birleşik Kurtuluş Cemiyeti) yayını olduğu ifade edilmektedir. Kitap, Doktor Leonkin Chelsky, Profesör Mihalov Kruchensky, V. Doroschenko, M. Melenevsky, A. Jok’un kaleme aldıkları; Ukrayna ve Türkiye Tarihi, Ukrayna Tarihine Rücu Bir Nazar, Rus Ukraynasında Tarihi Fırkalar, Ukraynalıların Faaliyet-i Medeniyesi, Rus Ukraynası adlı seçilmiş makalelerden oluşmaktadır. Ayrıca, yazarların ortak bir önsözü, Ukrayna Cemiyet-i İstihlasiyesininTürk Milletine Hitabesi, Avrupa Efkar-ı Umumiyesine, Ukrayna Cemiyet-i İstihlasiyesinin Programı adlı cemiyet adına kaleme alınmış yazarsız üç bölüm ile o günkü Ukrayna Milliyetçileri için kurmak istedikleri Ukrayna devletinin haritası yer almaktadır. Ukraynalıların anavatanların ve komşu ülkelerdeki nüfuslarını gösteren detaylı bir tablo bulunmaktadır.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ALBÜMÜ 23 Nisan 1920
23 Nisan 1920 yeni bir başlangıç; Müdafaa-i Hukuk ile uyanan milli bilinç Kuvay-ı Milliye ile ete kemiğe büründü. Havza’dan ve Amasya’dan yapılan çağrıya yurdun dört bir yanından gelen destek Erzurum ve Sivas’ta yeni umutlara büründü.
Yenilenen mebusan seçimleri ile birlikte 27 Aralık’ta Ankara’yı üs edinen Heyet-i Temsiliye’nin seçimlere ve yeni toplanacak mesclise etki etme çabası…
Meclis-i Mebusan’ın 12 Ocak 1920’de yeniden toplanması ile başlayan süreçte ümitleri yeniden yeşertti. 28 Ocak 1920’te kabul ettiği Misak-ı Milli ile kurtuluşa dair ümitler büsbütün arttı. Fakat 16 Mart 1920’de İngiltere’nin başını çektiği işgalcilerin İstanbul’u resmen işgal etmeleri, meclisi dağıtmaları devletin başkentinde milleti temsil etme imkanını ortadan kaldırmıştır.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile önü açılan ve fasılalarla memleketin dört bir tarafında devam eden işgal sürecinin 16 Mart 1920’de Türk Milleti adına hiçbir kamu kurum ve kuruluşunun faaliyetine izin verilmeyeceği ayyuka çıkmış oldu.
Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyelerinin 22 Haziran 1919’da Amasya’da haykırmış oldukları (Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletleri'nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürüyor) durum ve yaptıkları tespitlerin ne denli haklı olduğunu açıkça ortaya koymuş oldu.
ÇOCUK KABİLİYETLERİNİN TEŞHİSİ - İbrahim Alaeddin- 1924
Transkript: Erol KÖMÜR
Terakki ve medeniyetin insan hayatını gittikçe daha mürekkeb ve muaddıl bir şekle tahvil etmekte olduğu meydandadır. Bunun neticesi olarak taksim-i mesai ihtiyacı gittikçe inceleşiyor, meslek ve ihtisas şubeleri seneden seneye şayan-ı hayret bir surette artıyor.
Terbiyenin en tabii rehberi bittabi içinde bulunduğumuz hayatın hakikatleri ve ihtiyaçları olmak lazım gelir. İşte bu hakikat ve ihtiyacın elcay-ı müşahedesiyledir ki bugünkü terbiye mesaisinin en hakim-i iştigali çocuk kabiliyetlerinin tayin ve teşhisi mesailine aid bulunuyor. Fertler ve aileler gibi hükümetler ve milletler de çocukların bir an evvel fıtraten en müstaid, ihtiyac-ı ruhi noktasından en meyyal ve teşkilat-ı maneviye cihetiyle en uygun buldukları sanatları ve meslekleri bilmek ihtiyacındadırlar. İşlerinde muvaffakiyetli bulduğumuz adamları bu iş için yaratılmıştır diye tavsif ederiz filhakika bir insanın yaradılış itibariyle en müstaid bulunduğu mesleğe sevk edilmiş olması hem o fert ile mesleğin, hem de içinde yaşadığı hükümet ve milletin karınadır. Hatta böyle adamların bazen mühim bir muvaffakiyete mazhar olmaları mensup oldukları milletin hepsine hem şeref, hem refah temin edebilyor.
Bu hakikat ve bu ihtiyaç bir defa meydana çıkınca ruhiyat ve terbiye ile uğraşanların fazla mücerret nazariyelerinden silkinerek, parlak felsefe vecizelerinden kendilerini kurtararak bu meseleyi ta’mik etmeleri tabiidir. Ve nitekim öyle oldu. Umumi harp esnasında Amerika ve Avrupanın az çok tevkife uğrayan veya umumi bir mahiyet alamayan ruhiyat ve terbiye sahasındaki faaliyetleri harbi müteakip ve bilhassa son üç dört sene zarfında en mühim inkişafını daha ziyade bu mevzu etrafında göstermiştir.
Şimdi mekteplerde, laboratuarlarda ve mecmualarda daima bu bahis hükümrandır. İkide, birde falan veya falan nevi ruhi temayülün, şu veya bu yoldaki istidadın, muhtelif sanat ve meslek kabiliyetinin tayini için bulunmuş veya tecrübe edilmiş yeni yeni maayarlardan, (mihenk=test)lerden ve usullerden hararetle bahsedildiği görülüyor.
TEDRİSATTA KARTPOSTALLARDAN İSTİFADE
(Resimlerle Tedris) Son senelerin usul-ü tedris yenilikleri arasında ehemmiyetli bir mevki işgal ettiği gibi hareketli ve daha cazib olan sinema ile projeksiyon da mühim bir mevki tutmaktadırlar. Bununla beraber bugün herhangi bir tedrisat levhasını (resmini) sadece göstermenin de pek fazla bir faide temin edemeyeceği tabiidir. Üç beş sokak ötede bir dokuma tezgahı dururken, bir ilkbahar günü civardaki tuğla harmanını ziyaret mümkün iken, bez dokuyan kadınla, tuğlayı kalıbından çıkaran işçinin faaliyetini, işini uzun müddet duvarda asılı durduğu için rengi de kalmamış olan bir levha üzerinde talebeye tedkik ve müşahede ettirmeğe çalışmak hiç doğru değildir. Bugünün mektebi iş ve faaliyet mektebi olmak mecburiyetindedir. Orada talebenin bizzat yapmasına ve aynını görüp tedkik etmesine imkan bulunan hiçbir fiilin veya şeyin birini laf ve resim tutamaz. İlk mektebin bütün tedris ve terbiye işlerinde faaliyetimizi çocuğun şuurlu iştiraki etrafında teksif edebildiğimiz zaman muvaffakiyete yaklaşmak mümkünleşir.
Duvar levhalarından ziyade tarih ve coğrafya derslerinde kuvvetli bir yardımcı olarak istifade edebiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti Neşriyatından
Zeka Tedkikleri, 1924,
ÇOCUĞUN ZEKASINI TAKDİR HUSUSUNDA NAZAR-I İTİBARA ALINACAK CİHETLER
KOLERAYA DAİR
10 Temmuz 1908 Sırat-ı Müstakim
Transkript: Erol KÖMÜR
Aldığımız mektupların birinde deniyor;
“Bir zamanlar memlekete kolera gibi, veba gibi müstevli bir hastalık gelince fedakarlık yapılarak para ile hafızlar tutulur, ve memleketin etrafı devr ettirilirdi, bugün İstanbul’da, civar vilayetlerde koleradan epeyce telefat olduğu rivayet ediliyorken hiç öyle bir teşebbüste bulunmak kimsenin aklına gelmiyor. Sırat-ı Müstakim hükümete bu eski, fakat dindarane usulü ihya etmesini tavsiyede bulunsa büyük bir hayır işlemiş olacak…”
Evet, böyle bir eski usul vardı, lakin hiçbir vakit dindarane değildi! Hükümet-i sabıka mevkiini takhim için millete savlet eden felaketlerden bile istifade etmek isterdi, yoksa sari hastalıklara karşı nizamat-ı sıhhiyeyi tamamiyle tatbikten başka bir tedbir olamayacağını pekala bilirdi.
Yıldızda yüksek sesle tilavet edilen Buhariler hastalığı def etmek için değil, sah dal halkın hissiyat-ı diniyesini okşayarak huluskar bir padişaha ihlas-ı celp etmek için idi. Yoksa bir taraftan ta Rusya hududundaki koleranın gölgesinden ürkerek sarayında en sıkı tedabir-i tahfiziyeyi ifa ettiren; diğer taraftan Gülhanlar dolusu kitab-ı diniyeyi cayır cayır yaktıran adamın Buharilere, salavata ve selamlara zerre kadar ehemmiyet vermeyeceğini azıcık düşünenler pek kolay kestirebilirlerdi. İyice bilmeliyiz ki gerek münferit, gerek sari ne kadar hastalık varsa izalesi için tababetin tavsiye edeceği tahaffuzu, şifay-ı tedabirden başka yapılacak bir şey yoktur. Esasen bir köylünün bile yakınen bilmesi icap eden bu basit hakikat, bizi öteden beri pek çok aldattıkları için, hala olanca vuzuhuyla gözümüze çarpmıyor!
Şeriat-ı garray-ı İslamiyenin tababete ne büyük bir mevki verdiğini hepimiz biliyoruz da sonra iki üç riyakarın sözüyle yine o şeriata istinad ederek en celi hakikatlere karşı ağmaz-ı ayn ediyoruz.
Hazret-i Peygamber “Cenab-ı Hak hiçbir hastalık vermemiştir ki devasını da vermemiş olmasın. O halde o devayı aramalısınız” buyuruyor. Tababetten başka birşeyi olmayan ilm-i ebdanı ilm-i edyan kadar takdir buyuran peygamberden o devanın dua kitaplarında aranması lazım geleceği gibi bir işaret yahut bir tasrih ise asla vaki olmamıştır.
Ne hacet! Suret-i katiyede tahrim ettiği şarabı hazik bir tabibin sözü üzerine tahlil eden, tababeti alalade sanatlar derecesinde tutmak şöyle dursun, tahsil-i farz-ı kifayedir, diyen bir din-i semavi nasıl olur da etbanın vazifesine müdahale eder?